29 Mart 2013 Cuma

"Beyaz Saçlı Prens Manken Prensesi Öper..."

Abdullah Bozgeyik "Beyaz Saçlı Prens Manken Prensesi Öper..." abozgeyik@yahoo.com

Yıllardır çeşitli dergilerde, web sitelerinde ve kitaplarımda özellikle her yılın Aralık veya Ocak aylarında geçmiş ve gelecek kurgusu ile umutlar başka bahara kalmasın kapsamında yazılar yazmaktayım. Lütfen yazının başlığı sizi yanıltmasın, çünkü bu yazı da benzer kapsamda kurguludur. Bu nedenle biraz da uzun. Sanırım işin içinde beyaz atlı prens ve güzeller güzeli manken prenses detayları ile hoş bir magazinsel atraksiyon yapmış olacağız. Bu tarzı kriz yönetimi konusundaki 2. kitabım olan "Krizlerden Yükselerek Çıkın" içeriğinden bir bölüm özeti ile hatırlatacak olursam.

Şimdi "Medyatik" Olma Zamanı

Yanlış anlaşılmaması uyarısıyla biraz detaya girecek olursam, önce bazı ek konulara dikkatinizi çekmek istiyorum. TV programlarında, haberlerde, gazetelerde aslında bize neler sunuluyor? Farkında mıyız? Magazin, dizi, lüks hayat pompalanan sosyal içerikli (!) sabun köpüğü programları isteyenler çoğunluktaymış. Şarkıcı ve manken kavgaları ve medyatik ilişkiler ilginizi çekiyor mu? Az sonra..."

Umarım bölüm dikkatinizi çekti. Beğeniyor musunuz izlediğiniz veya genelin izlediği söylenen programları? İzlemiyorsanız ya sizde bir hata var ya da bu programları çok az kişi beğenmesine rağmen, sanki çoğunluk beğeniyormuş gibi yapılarak, çünkü sürekli tekrarlanıyorlar, aynısının yenisi yapılıyor. Kimse (bazı akademisyenler hariç) krizlerden ve işlerin aslında iyi olmadığından bahsetmiyor. Büyük çoğunluk kriz olduğunu dahi kabul etmiyor. Bana ne işsizlikten, pahalılıktan, yoksulluktan. Kriz yok tabii ki, büyüklerim, siyasiler hatta bu alanda kalem oynatanların çoğu öyle diyor. Devam edecek olursam; "Ben de her Türk vatandaşı gibi merak ediyorum, ara sıra falan manken veya filan şarkıcı kiminle, kim kime ne yaptı, niye yaptı? Maçları takip etmekle kalmam, yorumlarını saatlerce izlerim. Sabahları yayınlanan eğlence programları ve akşam dizilerini kaçırmam… Tatilim geldi. Her şey dahil gecelik sadece XXX Oyro muş… Bu hafta sona ermeden yapılacaklar, gezilecek yerler ve yenilecekler listeleri gibi konularda değerli bilgileri aktaran programları izlemek, haberlerini okumak varken. Sadece ekonomik değil, niye bu krizler beni gerdi? Liste uzun, yer dar. Buradan sonrasını ancak açık oturum paklar, ama bunun için medyatik olmak lazım. Akşam haberlerine hangi kanala çıksam? Magazin programı da olur, ben en iyisi "in" mekanlara takılayım. Kapanan şirketlerden bu ay işten atılacaklardan, krizlerden, yıllardır süre giden, iş ve başarı konusunda çuvallayan yöneticilerden bana ne? Niye taktım yıllardır bilmem? Kim ne kadar hortumladı (götürdü), ama zevki sefa içinde yaşıyor. Falan bakan keyifleri yerinde çaldıkları yanlarına kalıyor, diyormuş birileri için. Sıradan vatandaşla aynı şartlarda cezalarını çekmedilerse ne olmuş? Pardon bu kısım yanlış oldu. Medyatik olma konusuna bir çözüm buldum galiba. Yaşasın artık ben de bazı arkadaşlar gibi TV'lerde daha çok boy göstereceğim. Yemek programları, magazin veya tartışma programı demeden kısaca ayrım yapmadan hepsinde arzı endam edeceğim. Çıktığım programlardaki sunuculara iltifatlarda bulunacağım, bazen cevap hakkı doğacak çıkışlarda bulunacağım ki tekrardan çağrılayım. Sonra da ister canlı ister telefonla katıldığım programlarda "hocam bu konudaki görüşünüz, şu konudaki gelişmeler hakkında danışman olarak siz ne düşünüyorsunuz?" sorularına karizmatik tavırlarla cevaplar vereceğim. Kısaca bu kapsamda nasıl ünlü (!) olduysam keyfini çıkaracağım. Nasıl mı? Durun, baştan başlayayım. Ben en iyisi size çıktığım (şey, düzeyli beraberlik yaşadığım olacak) mankenden, şarkıcıdan (pardon son ilişkimden) bahsedeyim... diyemiyorum çünkü yok. Olsa da inkar etmem lazım. O, ex-aşkımdı ve artık out. Ağzımdan laf alamazsınız, biz sadece arkadaşız...(ismi yazılarda gizli). En iyisi hemen herhangi bir yarışma programına katılmak. Bazılarının yaptıklarını örnek alacak olursam: medyatik olmak için ilk fırsatta şov veya sabah programına ya da eğlence formatlı yarışma programlarına çıkılacak. Salt akademisyenlerin olduğu ve sorunların tartışıldığı programlara, açık oturumlara çıkmanın ise yararı yok. Ayrıca seksi şarkıcı ve mankenlerin olduğu programa konuk olarak çıkılmayacak, boy, cinsiyet ve dekolte avantajları var. Dikkat çekmek için önce sansasyonel roman yazmak gerek. Kitabı bir defilede mankenlerle tanıtmak da iyi fikir, bir de içinde saklı kişileri, ilişkileri ve bölümlere özel göndermeleri cevval eleştirmenler çözerlerse harika olur. Gerekirse küçük yardımlar, fısıldanacak. Bu bölüm dahi, gazetelerin köşelerinde (çok okunanlar) yer alır veya TV kanallarından birinde okunursa medyatik olup, "in" listesine girmek an meselesi..." Bu satırları mizahi yaklaşımla 2004 yılında yazmıştım. O tarihten bu yana değişiklik yok. Bazı programlara çıkıyorum ama bu ya kitaplarım ve çalışmalarım ya da eğitimlerim ve kriz dönemlerinde oluyor. Geçen katıldığım bir programda "Kriz olduğunda Hasan Mutlucan gibi sizi hatırlıyoruz galiba" denilmişti. Gülümsediğinizi görür gibiyim. Tarz tanıdık geldi mi? Hepimiz yıllarca Aziz Nesin, Çetin Altan ve Oğuz Aral'ı okumadık mı? Bu nedenle bazı esintiler olması normal. Peki, itiraf ediyorum; krizlere farklı bakış açıları ile dikkat çekmek için bu özel (!) bölümü yazdım. Güncel ek ise kısaca söyle olabilir; Bush'a ayakkabı fırlatılmasından dahi bizden bir firma çıkarsak ve konuyu kömür fırlatmaya kadar uzatsak. Hep yolumuzu bulsak, villalara, fabrikalara da ücretsiz kömür istesek, dışımızdaki her şeye seyirci kalmaya devam etsek. Birilerini zorla özgürleştirme ve yıllarca süren savaş adeta kara mizah gibi değil mi? Eğer ne demek istediğimi açıklamaya bile gerek bırakmayan www.mapsofwar.com/ind/imperial-history.html sitesine bir bakarsanız bazı şeyler biraz daha belirginleşecek.

Halk kendini akıllı sanıyor, siyasetçiler ise onların aptal olduğunu düşünüyor olabilir mi? Yoksa her iki taraf diğeri için bunları düşünüyor ve bir çeşit anlaşmalı dövüş gibi mi yapılanlar? Bu doğru değilse nasıl oluyor da her seçim döneminde benzer oyunlar oynanıyor? Seçimlere ne kadar kaldı? Listelerde sorun mu varmış? Bari bu seçimde bazı oyunlar bozulsa. Hangi parti için ülkeyi soymak, diğer parti öneriyorsa ne olduğuna bakmaksızın salt karşı olmak, benden olmayana iş yok demek, onlar hırsız biz hepimiz masumuz oyunu oynamak doğru olabilir? Yönetimlerin, hükümetlerin insanları sefil etmek, onları dilenciliğe özendirmek yaklaşımı olabilir mi? Peki değilse böyle algılanılması dahi sorun değil mi? Durumu iyi olan da yardım alıyorsa, sap ve saman karışıyor mu? Haberlerde aldatan, soyan, talan eden, yolunu bulun, cinnet geçiren, nerede bu devlet diyen, birilerinden bir şey yapmasını bekleyen, kendisi de olabildiğince yolunu bulan, devletin arazisine çöreklenen, elektriği, suyu kaçak kullanan, vergi ile işi olmayanlar kimler? Kim bu kayıt dışı ekonomiden beslenenler? Sezen Aksu şarkısındaki gibi "Masum değiliz hiçbirimiz" acaba gerçek mi? TV eğlence ve magazin programlarında köşe kapmacalar oynayan, eğlenen, gerdan kıran ve piyasa yapanlar kimler? Acaba kimin programında güme gitmem? Bu konuda röportaj için (A...hanım, konuyu kriz değil ama sonuçlarla da konuşabiliriz) aramanızı bekliyorum. Yazı ne kadar ilginizi çekti bilmiyorum ama umarım "Sarışın" detayını atlamış olmama kızmadınız. Sarışınlarda bir Kyle, bir de Nicole Kidman tanırım diğerlerinden medyaya ne? Birisi gerçek sarışın değil mi? Kuzum sizin neyin peşindesiniz? Demek ki medya yani halk sarışın hallerini beğeniyor. Ne yani konuyu fazla irdeleyip çakmaları da karşımıza mı alalım, hem çözüm bir tutam boya değil mi? Sonra bakarsınız 50'si birden karşımıza çıkar, sonra ne yaparız? İşin mizah yönünü burada bırakıp yazıyı 2008 Aralık ayındaki bir röportajımdan bir soruya cevabımla bitirmek isterim.

2001 krizi ile şimdi içinde bulunduğumuz kriz arasında ne gibi önemli farklılıklar var? Yoksa iki kriz de birbiriyle benzer yönlere sahip mi?

Benzerlik 2001 krizinde kamu borcu ve bankaların faaliyet dışı gelirlerinin yüksekliği ve 2008 krizinde özel sektör borcu ile faaliyet dışı gelirlerinin yüksekliği olmakla kalmayıp her ikisinde de hazırlıksızlık, kabul edip önlem almak yerine "Kriz Patlayınca" yönetmeye çalışmak bize bir şey olmaz yaklaşımının sergilenmesi olarak söylenebilir. Ayrı olma konusunda ilk tanım ölçek farklılığı ve iç ve dış etkenlerin ağırlıklı olduğu kriz şartları olarak yapılabilir. Günümüzde fazla rakamlara dahi girmeden 2001 krizinin 2008 içinde yaşanan küresel kriz karşısında oldukça küçük ölçekte olduğu ama iç tahribatın yüksek olduğu (batan bankalar, birkaç günde yok olan firmalar ve sektörler) söylenebilir. Bu nedenle 2001'de siyasi ve yönetimsel kriz olarak başlayan kriz finans ve sonrasında yaşanan yıkımlarla tam bir ekonomik krize dönüşmüştü. Ne yazık ki bu süreçte çok sayıda banka, sigorta şirketi ve önemli firmamızı kaybettik. Bu ise maddi kayıplar bir yana ciddi oranlarda işsizlik rakamlarını artırdı. Sonuçta birçok firma ve sektör yok oldu ve doğal olarak fakirleştik. Bu yıkımın bir çeşit doğal seleksiyon olduğu da hortumlar, siyasi ve yönetimsel hatalar dikkate alınınca söylenebilir. Unutulmaması gereken 2001 krizini ihracat, dış kaynak, dahası kredi temini, özelleştirmeler ve ülkemize gelen yatırımlar ile aştığımızdır. Oysa 2008'de yaşanan ve devamlığı yani etkileri çeşitli şekillerde ve sektörlerde 2009 hatta 2010'a kadar sürecek gözüyle bakılan kriz ölçek açısından inanılmaz büyük. Bu krizi yönetmek, aslında kontrol altına almak için aktarılan fonlar bile inanılmaz boyutlarda çünkü kayıplar oldukça yüksek. Çünkü bu krizle sadece bazı firma, banka hatta birkaç ülke uğraşmıyor. Boyutun ise en güçlü ekonomi olan Amerika'nın kontrolünün dahi üstünde olduğu ortaya çıktı. Mevcut bu tabloya rağmen ne kriz çığırtkanlığı yapmak ne de öldük bittik demek anlamlı. Yapılması gereken hem ülke olarak hem de firmalarımızın bu krizi yönetmek için çeşitli yöntemlerden destek almak ve krizle mücadele etmektir. Çünkü bu kriz de sona erecek. Sonuçta bazı ülkeler ve firmalar krizi yönetemeyecek, büyük kayıplar yaşayacaklar yani krizin tehlike boyutu derinleşecek, bazıları ise yönetecek ve fırsata dönüştürmüş olacaklar. İç piyasada aylardır yaşanan durgunluk ve birçok konudaki belirsizlik durumunun üzerine yaşanan bizim dışımızdaki krizin etkinleri ne yazık ki sanıldığı kadar önemsiz ve süresi ise yine aynı şekilde kısa olacak gibi görünmüyor. Ne yazık ki etkileri hem kamu hem de özel sektörde ciddi sorunları ortaya çıkaracak nitelikte olacak. Buna hazırlık ve düzenlemeler yapmak, önlemler almak lazım ki yabancı ülkelerin de yaptığı bu. Son haftalarda çeşitli sektörlerden gelen feryatlar ve Anadolu'da fabrikaların kapanması, firmaların batma haberleri morallerimizi bozuyor ama mücadeleye ve krizleri yönetmeye odaklanmalıyız. Ayrıca kimin kriz kimin ise yönetimsel hatalardan battığını da ayırmak gerek. Mevcut durumda krizin etkisini henüz hissetmeyen sektörlerin de şimdiden önlem alması yararlı olacaktır. Özellikle ekonomik krizlerin sebeplerine bakarsak, genelde üretmemek veya çağın gerisinde kalmış yöntemlerle üretmek, istihdamı ihmal etmek ve yanlış istihdam gibi faktörler karşımıza çıkmakta. Bu aşamada teknoloji üretmenin öneminin altını çiziyor ve kullanmamanın ise beraberinde nice problemleri getirdiğini söylemekle yetiniyorum. Krizlerin bir başka sebebi olarak da çoğunlukla üretime, kazanca bakmadan tüketmek üzerine yaşam sürmemize bağlı olarak krizler yaşamamızdır. Kriz ortamında yatırımları ve yöntemlerinizi gözden geçirmek, teknolojik ve ticari stratejik işbirliklerine girmek gerek. Kriz verimli olmayı öğretecek, verimsiz olan işletmeler kriz sürecinde çok daha zor durumda kalacak belki de kapanacaklar. Tasarruf masrafları kısmakla ve dış kaynak kullanımıyla yapılabilir. Harcamaları kontrol altına almaya çalışmak ile her şeyi durdurmak ayrı şeylerdir. Savurganlık ve iç/dış borçlanma kısır döngüsünden kurtulmak gerekir. Öğrenilen şeyleri uygulamak, önyargı ve alışkanlıklardan vazgeçmek, olayları anlık değil süreç olarak görmek ve geçici çözümler üretmemek gerekir. Kriz ortamında şirketlerin muhalif düşüncelere ve farklı bakış açılarına ihtiyaçları vardır. Yönetimsel krizlerin çözümü mevcut yönetimlerce yapılamaz. Çünkü krizi oluşturan faktörlerin ortadan kaldırılmadığı hiçbir uygulama sorunları çözemez. Sadece küçülmek, daha az kişi ile daha çok iş yapmaya çalışmak doğru çözüm değil. Yapısal problemleri çözmek gerek. Sorunun değil çözümün parçası olmalı, çözümümüz yoksa çözüm üretmeye çalışanlara yardımcı olunmalı. Bazı durumlarda başarmak zor gibi görünebilir ama çevrenize bakın başarılı olanları göreceksiniz. Kurtarıcılara, kriz doktorlarına, Guru, danışmanlara, güvenip her şeyi onlardan beklemeyin. Sorunu siz yaşadığınız ve uygulayıcı da siz olacağınız için, başarılı olmak size bağlı. Reçeteler ne kadar detaylı, mükemmel olursa olsun eğer uygulamada hata yaparsanız, ümidinizi yitirirseniz, başarılı olamazsınız, kimseyi suçlamayın. Suç sizde, ya mazeret üretin, başkalarını suçlayın, sorunları gözünüzde büyütün, kısaca yenilgiyi kabul edin ve sonuçlarına da katlanın veya mücadeleyi seçin, başarmaya odaklanın ve inanın. Bildiğiniz gibi inanmak başarının yarısıdır.

Dileğim firmalarımızın ve ülkemizin bu krizi de yönetmesi ve fırsatlardan yararlanmasıdır. Türkiye krizlerini hep yönetmiştir ve yönetecektir. Yeter ki kriz yönetiminden doğru yararlanalım.

Abdullah BOZGEYİK

Not: Beyaz saçlı prens simgeseldir. Bazen karizma, bazen bir artist ya da belki bir başkan, bir siyasetçiyi veya üst düzey yönetici hatta patronları kapsayabilir. Öpülenin kim (hangi manken) olduğu sorusu abesle iştigaldir. Çünkü ilkinin tanımı ikinciyi açıklar niteliktedir.

Abdullah Bozgeyik Kimdir? (Tıklayın!)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder